- 18 Nisan 2018
- Yayınlayan: admin
- Kategori: Makale
İrfan Göksu – Tamer Çevik: “Özel Eğitime Giriş”, Adana-2004” adlı eserin Otizmle ilgili bölümüdür.
Otistikler bir biyolojik bozukluğun kurbanıdırlar. Tamamen iyileşmeleri mümkün değilse de yaşamlarını kolaylaştırabilmek için pek çok şey yapılabilir. Otizmi tanımlamak için genellikle cam fanus içine hapsedilmiş bir çocuk imajından yararlanılır. Anne-babalar yıllar boyunca, günün birinde bu görünmeyen bariyeri kırmaya yarayacak bir yöntemin bulunabileceği umuduyla, yaratılan bu imaja sarıldılar. Birçok tedavi yöntemi öne sürüldüyse de hiçbiri kanıtlara dayandırılamadı. Cam fanus hala sapasağlam duruyor. Belki de bu imajın tümüyle ortadan kaldırılması zamanı artık geldi. Böylelikle en azından bir otistiğin beyninde gerçekte neler olup bittiği hakkında fikir sahibi olabiliriz. Psikolojik ve fizyolojik araştırmalar otistiklerin daha zengin bir iç dünyası olmadığını, buna karşın beyinlerini normal bir bireyinkin den çok farklı kılan biyolojik bir bozukluğun kurbanı olduklarını göstermiştir. Ancak otistiklerle duygusal iletişim kurmak imkansız değildir. İşte bu nedenle bizler, otistiklerin yaşamlarını kolaylaştırabiliriz. Bunu gerçekleştirebilmek için önce otizmin nasıl bir şey olduğunu anlayabilmemiz gereklidir ki işin en zor yanı da budur. Görememeyi hayal edebiliriz, ama otizmi anlayabilmek neredeyse olanaksız gibi görünür. Görmemenin genellikle sinir sisteminde duygusal-motor düzeyde periferik bir hatadan kaynaklandığını yüzyıllardır bilmekteyiz, oysa otizmin kognitif olayların en ileri düzeyindeki merkezi bir hatadan kaynaklandığı ancak son zamanlarda kabul edilmiştir. Otizm, görmeme gibi yaşam boyu sürür ve uygulanacak kompansasyona yönelik eğitime yanıt verir. Böyle bir eğitim, otistik kişinin yaşamla barışıp, onunla baş edebilmesini sağlayabilir, ancak derece kötü ikincil sonuçlar da doğurabilir -anksiyete panik ve depresyon. Problemlerin önlenmesi için pekçok şey yapılabilir.
Otizm, John Hopkins Çocuk Psikiyatri Kliniği’nden Leo Kanner’in tanımlayıp adlandırmasından çok daha önce ortaya çıkmıştır. Kanner 1943 yılında, ayrı bir grup olarak kabul edilmesi gerektiğini düşündüğü 11 çocukla ilgili, bu konuda dönüm noktası olarak kabul edilebilecek bir yazı yayımladı. Bu çocukların hepsinde ortak olan dört özellik vardı: tek başınalığı tercih etme, aynılık ya da tek düzelikte ısrar, ayrıntılı bir rutine ilgi ve eksikliklerle karşılaştırıldığında iyice belirginleşen bazı özel yetenekler.
Yine aynı zamanlarda, yukarıda söz edilen çalışmadan bağımsız olarak, Viyana’daki Üniversite’nin Pediatri kliniği’nden Hans Asperger de aynı tip çocuklar üzerine doktora tezini hazırladı. Söz konusu hastalığın en belirgin özelliklerini tanımlamak üzere “otizm” terimini kullandı. Her iki araştırmacı da bu terimi, şizofreniklerin dış dünyayla olan ilişkilerini zamanla kaybetmelerini anlatmak için kullanan yetişkin psikiyatrisinden almışlardır. Otistik çocukların, çok küçük yaşlardan başlayarak dış dünyayla olan ilişkileri azalmaktadır.
Kanner’in ilk vakası olan Donald, otizm tanısı açısından tam bir prototipti. Doğumundan kısa bir süre sonra bile diğer çocuklardan farklı olduğu dikkati çekiyordu. Kısa süre içinde, 100’e kadar saymayı ve alfabeyi öğrendi. Oyuncakları ve diğer objeleri döndürmekten çok hoşlanıyordu. Yaşıtları gibi oynamak yerine, boncukları ve diğer eşyaları renklerine göre gruplara ayırıyor ya da onları yere atıyor ve çıkardıkları sesten büyük bir zevk alıyordu. Onun için sözcüklerin mutlak ve kesinlikle değişmez anlamları vardı. Kanner’in Donald’ı ilk kez 5 yaşındayken gördü. Çocuğun çevresindeki insanlara karşı hiç ilgi göstermediğini fark etti. Birisi onun tek başına yapmakta olduğu bir işe karışacak olsa, kendisini rahatsız eden kişiye kesinlikle kızmıyor, ancak işine karışan eli sabırsızca itiyordu. Annesi belirgin ölçüde ilişki içinde olduğu tek kişiydi, bu durumun da annesinin çocuğun aktivitelerini paylaşmak için gösterdiği olağanüstü çabaya bağlı olduğu söylenebilirdi. Donald sekiz yaşına geldi, ancak konuşmaları sürekli olarak tekrarladığı sorulardan öteye gitmiyordu. İnsanlarla ilişkisi, anlık istek ve gereksinimlerini gidermekle sınırlıydı ve istediği kendine verildiği ya da söylendiğinde iletişim hemen kesiliyordu.
Kanner’in söz ettiği çocukların bir bölümü konuşma engelliydi. Ancak Kanner, konuşabilen çocukların da gerçekte sözlü iletişime girmedikleri, dili tekdüze bir biçimde kullandıklarını saptadı. Örneğin beş yaşındaki Paul, yalnızca söylenenleri tekrarlıyordu. “Şeker istiyorum” yerine “Şeker istiyorsun” diyordu. Oyuncak bir köpekle ilgili olarak annesinin çok önceleri söylemiş olduğu “Köpeği balkondan atma!” sözünü hemen her gün tekrar ediyordu.
Kanner, ilk karşılaşmalarından tam 20 yıl sonra gruptaki çocukları yeniden inceledi. Bazıları toplumsal yaşama diğerlerinden daha iyi uyum sağlayabilmişlerse de iletişim kurma ve başkalarıyla ilişkiye girme güçlükleriyle ayrıntıya ve tek bir amaca yönelik oluşları sürmekteydi. Otistiklerin en karakteristik özellikleri tek başınalık, tekdüzelikte ısrar ve ayrıntılara dikkat ederek rutin davranışlarda bulunmaktır. Bazı otistikler, son derece karmaşık şeyler yapabilirler, ancak başkalarının kendi yaptıkları iş hakkında ne düşündüğü önem taşımamaktadır. Tüm bu sayılanlar, otistiklerin karakteristik davranış özellikleridir. Bunlardan bir bölümü aşağıda gösterilmektedir.
* İlgisiz kalırlar.
* Bir yetişkinin eli yardımıyla gereksinimlerini anlatır.
* Sözleri papağan gibi tekrarlar.
* Ancak bir yetişkin ısrar veya eşlik ettiğinde oyuna katılır.
* Diğer çocuklarla birlikte oynamaz.
* Uygunsuz şekilde güler, kıkırdar.
* Gözle iletişime girmez.
* Oyun oynuyormuş gibi yapmaz.
*Aynılığı tercih eder.
* İlişkilerde tek taraflıdır.
* Sürekli olarak aynı konudan söz eder.
* Anlamsız, saçma davranışlar gösterir.
* Objeleri eline almak ve onları döndürmekten hoşlanır.
* Toplumsal yönü olmayan bazı işlerde çok başarılıdır. Kesin olmamakla birlikte, beş yaşından önce konuşmuş olma ve entellektüel yeteneklerin üstün oluşu diğerlerine oranla daha kolay uyum sağlamada bir avantaj yaratıyordu. En zeki otistikler, onlu yaşlara geldiklerinde durumlarının farkına varmışlar ve uyum sağlayabilmek için bilinçli bir çaba göstermeye başlamışlardı. Bununla birlikte, en iyi düzeyde uyum sağlayabilenlerde bile çok seyrek olarak kendine güven gelişebilmekte ve arkadaşlık kurabilmeleri mümkün olabilmekteydi. Tüm vakalarda olumlu etkisi olduğu gözlenen en önemli etmen, çok iyi düzenlenmiş bir çevreydi.
Öncü araştırmacıların yapmış oldukları çalışmalar ortaya çıkınca, büyük kliniklerin hepsinde otistik çocuklara tanı konmaya başlandı. Sosyalizasyon bozukluğu dışında bu çocuklarda ileri derecede entellektüel bozukluklar da olduğu saptandı. Mozaik şekilleri küplerle kopya etme gibi bazı testlerde bir bölümü görece başarılı olmakla birlikte, yalnızca sağduyuyla yanıtlanabilecek test sorularında en zekilerinin bile başarısız olduğu gözlendi. Otizm oldukça seyrek görülür. Kanner’in ayrıntılı kriterlerine göre otizme 10,000 doğumdan birinde rastlanmaktadır. Günümüzde olduğu gibi daha geniş kriterlere göre tanıya gidildiğinde bu oran çok daha yüksek bulunmakta; 1/1000 ya da 2/1000 gibi Down sendromuyla aynı düzeye ulaşabilmektedir. Erkek çocuklarda bu oran kız çocukların 2-4 katı kadardır.
Uzun yıllar boyunca otizmin yalnızca psikolojik bir bozukluk olduğu, organik bir temele dayanmadığı düşünülmüştür. Başlangıçta, belirgin bir nörolojik sorunla karşılaşılmamıştır. Otistik çocukların hepsinin entellektüel kapasitesi düşük değildi ve genellikle fiziksel olarak normal görülmekteydiler. Bu nedenlerle, yıllarca psikojenik teoriler üzerinde duruldu. Bu teoriler çocuğun, kendisini aşırı derecede etkileyen kötü deneyimler sonucunda otistik olduğuna dayanmaktaydı. Anneyle yakın bir bağ kuramama veya şiddetle reddedilmenin çocuğu dış dünyanın hiçbir şekilde içine giremediği, tamamen hayallere dayalı bir iç dünyaya kapanmaya ittiği iddia edilmekteydi. Ancak ampirik veriler bu teorileri desteklememekteydi. Desteklenmesi de beklenemezdi, çünkü şiddetle reddedilmiş ya da anne-baba sevgisinden mahrum kalmış pek çok çocukta otizm görülmemekteydi. Ne yazık ki hala bu görüşlere dayanan tedavi yöntemleriyle ailelerde suçluluk duygusu yaratmakta, anne-babaların diğer insanlarla olan ilişkilerinin bozulmasına neden olunmaktadır. Bunun aksine, uygun biçimde düzenlenmiş davranış modifikasyon programlarıyla ailelere, otistiklerin ve özellikle de ciddi davranış sorunları olan çocukların tedavisinde kolaylık sağlanabilmektedir. Ancak bu programların uygulanmasıyla söz konusu çocuklarda normal bir gelişim sağlanabilmesi mümkün olmamaktadır.
Otizmin açıklanmasında psikojenik teorilerin başarısızlığa uğraması, araştırmacıları biyolojik bir neden aramaya yöneltti. Yapılan çalışmalar, olayın beynin yapısındaki hatalı bir oluşumdan kaynaklandığını göstermekteyse de bu bozukluk henüz tam olarak aydınlığa kavuşturulamamıştır. Söz konusu bozukluğun otistiklerin düşünce yapısını etkilediği, kendi düşüncelerini değerlendirebilmelerini ve başkalarının düşüncelerini algılayabilmelerini önlediği sanılmaktadır.
Otizmin diğer birçok klinik ve tıbbi olayla da ilişkili olması mümkün görünmektedir. Bunlar arasında annenin rubella enfeksiyonu ve kromozom anomalisi, erken dönemdeki beyin travmaları ve bebeklik döneminde geçirilen konvülsiyonlar sayılabilir. Bu konuda belki de en ilginç bulgu, otizmin genetik bir temele dayandığı gösteren verilerdir. Tek yumurta ikizlerinin her ikisinin de otistik olma olasılığı, çift yumurta ikizlerine oranla daha yüksektir. Bir otistiğin bulunduğu ailede ikinci bir otistik bebeğin dünyaya gelme şansı normal popülasyona kıyasla 50-100 kat yüksektir.
Anatomik çalışmalar ve beyin görüntüleme yöntemleri, otistiklerin beyinlerindeki yapısal anomalileri ortaya koymuştur. Gerek epidemiyolojik, gerekse nöropsikolojik çalışmalar otizmin, kendisi de fizyolojik bir anomaliye bağlı olan mental retardasyonla büyük ölçüde ilişkili olduğunu göstermiştir. Bu durum, otizmin genellikle beynin geniş bir bölümünü kapsayan hasarın parçası olan bir tür beyin anomalisi olduğu görüşüyle de bağdaşmaktadır. Eğer anomali çok yaygınsa, mental retardasyon da daha ileri düzeyde olacak, beynin kritik bölgelerinin de haraplanmış olma olasılığı artacaktır. Tersine, beynin yalnızca kritik bir bölümünün hasarı da söz konusu olabilir. Bu durumda otizme mental retardasyon eşlik etmez.
Nöropsikolojik testler, sınırları az da olsa belirli bir beyin anomalisinin varlığını kanıtlamaktadır. Başka bir anomalisi olmayan otistiklerin planlama, insiyatif ve spontan olarak yeni fikirler yaratılmasına yönelik testlerde son derece yetersiz oldukları gözlenmiştir. Aynı eksikliğe frontal lob lezyonu olan hastalarda da rastlanmaktadır. Bu nedenle, beyindeki yapısal kusur nerede olursa olsun, frontal lobun bu durumdan etkilendiğini söyleyebiliriz.
-A- OTİSTİK ÇOCUKLARIN ÖZELLİKLERİ
Bu bölümde otistik çocukların belirgin özellikleri 0-2 yaşı kapsayan bebeklik dönemi ve 2-5 yaş dönemi ele alınmıştır. Önce bu dönemlere ait özellikler vurgulanmaya çalışılmıştır. Ancak, bunların otizmin yaygın özellikleri olduğu, her çocuğun kendine özgü özellikleri olabileceği unutulmamalıdır.
BEBEKLİK DÖNEMİ
“…Diğer çocuklarımdan sonra bu kadar sakin bir bebeğimin olması beni çok rahatlattı. Mama saatlerinde karnını doyuruyor, altını temizledikten sonra yatırıyordum. Ben tekrar yanına gidene kadar ağlamıyordu. Dikkatimi çeken ilk şey, yanına gittiğim zamanlarda kucaklamam için kollarını kaldırmayışı, onunla konuşmama, oyunlarıma hiç karşılık vermemesi oldu…”
“…Bebeğim doğduğundan beri adeta bir kabus yaşıyoruz. Bütün gün akşama kadar, bütün gece sabaha kadar sürekli ağlıyor. Mamasını yedirmek, altını temizlemek mümkün değil, ancak kucağıma alır sallarsam veya arabasına koyup gezdirirsem biraz sakinleşiyor….”
Otistik özellikler gösteren bebeklerin iki tip davranış biçimi geliştirdikleri gözlenmiştir. Bunlardan biri, yukarıda açıklanan ikinci örnekteki gibi sürekli ağlayan, huysuz olarak adlandırılan bebeklerdir. Bakımları oldukça zor olan bu bebekleri, sürekli sallamanın dışında rahat ettirmek mümkün değildir. Öyle ki, giydirme, yıkama gibi günlük etkinliklerde sallanmanın kısa bir süre durması bile ağlamalarına neden olabilir.
İkinci tip otistik bebekler ise, birinci örnekte olduğu gibi, sakin, bütün gününü yatakta geçiren bebeklerdir. Acıktıklarında ağlamaları nedeniyle bakımlarının kolay olmasına rağmen, anneden hiç bir ilgi beklememeleri, çevrelerine karşı ilgisizlikleri anne-babaları endişelendiren özellikleridir.
Otistik çocukları olan bir çok anne-baba, çocukların bebeklik döneminde olağan dışı bir durumla karşılaştıklarını hissettiklerini açıklayamadıklarını belirtmişlerdir. Bazı anne-babalar ise, bebeklerinin diğer bebeklerden farklı olduğunu gördüklerini, ama bebeklerinde farklı özellikler olduğunu düşünmek bile istemediklerini söylemişlerdir. Ayrıca anne-babalar çocuklarında otistik davranışların üç yaştan önce ortaya çıktığını sıklıkla belirtmişlerdir. Otistik özelliklerin ortaya çıkışını, hastalık ve genellikle bir kardeş doğumu gibi nedenlere bağlayan anne-babalara da rastlanmaktadır.
1. Fiziksel Özellikler
Bu dönemde otistik bebeklerin fiziksel gelişmeleri yaşıtlarından farklı değildir. Yaygın uyku ve beslenme problemlerine rağmen hemen hepsi sağlıklı bebeklerdir. Fiziksel olarak birçok beceriyi olağan yaşlarda kazanmaya hazırdırlar; ancak bazı otistik bebeklerin çevrelerine karşı ilgisizlikleri nedeniyle daha geç yaşlarda oturdukları, yürüdükleri gözlenmiştir.
2. Sosyal-Duygusal Özellikleri
Normal bir bebek yaşamın ilk üç ayında, annesine bakar ; annesi onunla konuşurken gülümser, agular. Daha ileri aylarda ise her fırsatta kucağa alınmak için kollarını kaldırır, hazırlanır. Tanıdığı kişileri görünce heyecanlanır. İnsanlara ilişki kurmaktan hoşlanır. Yalnız bırakılınca ağlar, sinirlenir. Oysa otistik bebeklerde bunların tam aksine, kucağa alınmaya karşı isteksizlik göstermeye, kucağa alınınca huzursuz olma en belirgin özelliklerdir.
Otistik bebekler genellikle çevreleriyle ilişki kurmaz, insanların konuşmalarına tepki vermezler. İnsanlarla göz kontağı kurmaz, çok uzun süre boş bakışlarla oturabilirler. Kendi kendilerine gülümserler. Normal bebekler, insan yüzüne, hareket eden cisimlere bakar ve seslere gülerken, otistik bebeklerin ancak gıdıklandıkları, havaya hopladıkları zaman güldükleri gözlenmiştir. Bir çok otistik bebek, yalnız bırakıldığında mutlu görünür; bazıları saatlerce çarşafını ve yastığını tırmalar; bazıları ise yatağında oturur, öne arkaya sallanır veya başını yatağın kenarına vurur. Anneler genellikle bebeklerinin yüzlerinin ifadesiz olduğunu, gülümsemekle birlikte, yüzlerinde sevinç, utanç, rahatsızlık gibi ifadeler görmediklerini belirtmişlerdir. Bebeklerin yüzlerindeki ifadenin ve gözlerindeki bakışın hiçbir olay karşısında değişmediğini anlatan annelere de sıklıkla rastlanmıştır.
3. Zihinsel Özellikleri
Normal bebek bir yandan çevresiyle ilişki kurarken, diğer yandan da bir çok cismi merak eder; gördüğü herhangi bir cisme uzanır, almak ister, ağzına sokar; daha sonraları elinden düşürdüğü oyuncak için ağlar, etrafına bakınır. Otistik bebek, etrafındaki insanlara olduğu gibi cisimlere karşı da ilgisizdir; uzanıp onları almak ya da yakalamak istemez. Çevresindeki seslere, cisimlere, hayvanlara ilgi göstermez. Otistik bebeklerdeki bu ilgisizlik ve meraksızlık karşısında, anne-babalar zaman zaman çocukta zihinsel bir problem olduğunu düşünürler; ancak çocuğun oturma, emekleme, yürüme v.b. bir çok beceriyi normal çocuklarla aynı zamanda kazanması ile bu düşünceden vazgeçerler.
4. Konuşma Özellikleri
Normal bebekler genellikle 1 yaş civarında ilk kelimelerini söylerler. Yaşamın birinci yılında sesler çıkarır, çıkardıkları sesleri farklılaştırır, bu şekilde duygularını isteklerini ifade ederler. Normal bebekte görülen babıldamaların otistik bebeklerde görülmediği belirlenmiştir. Ayrıca diğer kişilerin kendileriyle kendileri ile konuşmasına ya da seslenmesine karşı tepkisiz kaldıkları gözlenmiştir. Bazı otistik çocuklar 0-2 yaş döneminde, tamamen sessiz kalabilir; bazıları ise yaşıtları gibi birkaç kelime öğrenebilir.
Otistik bebeklerin gelişimsel özelliklerinin yanı sıra, çok yaygın olarak görülen beslenme ve uyku problemlerinden de söz etmek gerekmektedir.
Otistik bebeklerde beslenme problemleri yaygın olarak gözlenir. Bunlardan çoğunun ilk aylarda emmesi de zayıftır, altıncı aydan sonra beslenme problemleri artar. Birçok bebek, süt dışında tüm yiyecekleri reddeder; bazıları ise normalin üstünde ve hemen her şeyi yiyebilir.
Uyku problemi, genellikle sürekli ağlayan, susturulması kolay olmayan bebeklerde gözlenmektedir. Ağlamaların, bağırmaların gece-gündüz aralıksız olması, anne-baba için oldukça büyük problem yaratmaktadır.
2-5 YAŞ DÖNEMİ
“….Oğlum çok sevimli, görünüşte yaşıtlarından farklı olmayan, herkes tarafından sevilen bir çocuk. Sevimliliği ile çevrenin ilgisini çekmesine rağmen bu ilginin farkında değilmiş gibi görünmesi, sorulan soruları cevapsız bırakması, çevresindekilerle ilişki kurmaması, onlara bakmaması beni çok üzüyor…”
“…Sık sık en sevdiği oyuncak bebeği eline alıyor, gözlerini bebeğe dikiyor, kendi etrafında saatlerce dönüyor. Bu davranışını ortadan kaldırmak için çok çalıştım, ama beceremedim….”
“….Kız çocuğu olmasına rağmen giyinmek onu hiç ilgilendirmedi. Yeni aldığım giysileri giymeyi hep reddetti. Eski geceliğini üstünden hiç çıkarmıyor; ben çıkarmak istersem ağlıyor, bağırıyor….”
Annelerin aktardığı bu gözlemlerden de anlaşılacağı üzere, bebeklik döneminde vurguladığımız özellikler devam etmektedir. Ancak bu özellikler çocukların gelişimlerine bağlı olarak çeşitlenmiş, farklılıklar ortaya çıkmıştır. 2-5 yaş dönemi, otistik özelliklerin en belirginleştiği, tanı için oldukça önemli bir dönemdir.
1. Fiziksel Özellikleri
Fiziksel gelişimleri oldukça normal, güzel ve çekici çocuklardır. Motor becerileri genellikle iyidir; 3-4 yaşındayken dar bir tahta üzerine dengede durma, 14-15 aylıkken top atıp tutma becerilerini kazandıkları sıklıkla gözlenir(Rimland, 1964). Top atıp tutma, merdivenden inip çıkma gibi motor becerilerini kazanmış olmalarına rağmen, taklit etme becerilerinin zayıf olması nedeniyle, atlama zıplama gibi becerileri kolay kazanmazlar. Kâğıt kesme, bocukları bir kutuya tek tek koyma veya ipe dizme gibi küçük kas becerilerinin oldukça zayıf olduğu gözlenir. Ancak birçok otistik çocuk mekanik,takmalı-sökmeli oyuncakları kolaylıkla takıp sökebilir.
2. Sosyal-Duygusal Özellikleri
Bebeklik döneminde gözlenen çevreye ilgisizlik daha belirgin hale gelmiştir. Çevresindeki kişilerin ve anne-babanın yüzüne bakmama hemen hemen her otistik çocuğun özelliğidir. İnsanların gözüne bakmamaları veya anlık denebilecek kadar kısa bakışlardan sonra hemen gözlerini kaçırmaları dikkati çeker. Tamamen kendilerine ait bir dünyada yaşıyor gibi görünen bu çocuklar, çevrelerinde olup bitenlere çok kayıtsızdırlar. Çağırıldıklarında tepki vermez, konuşurken dinlemez gibi görünürler. Bebekliklerindeki gibi fiziksel temastan kaçınırlar.
3. Zihinsel Özellikleri
Otizmin ilk tanımlandığı yıllarda, otistik özellikteki çocukların çok zeki olduklarına, ancak bu zekanın, problem davranışlarla maskelendiğine inanılıyordu. Otistik çocukların zihinsel gelişimleri üzerinde yapılan ayrıntılı çalışmalar, en az iki grup otistik çocuk olduğunu düşündürmektedir. Birinci grubu normal ya da normale yakın zihinsel becerileri olanlar, ikinci grubu ise zihinsel yönden yetersiz olanlar oluşturmaktadır. Ancak otistik çocuklar, hangi grup içine girerlerse girsinler sosyal-duygusal problemlerini, yaygınlığına bağlı olarak birbirlerinden çok farklılık gösterirler.
4. Duygusal Uyarılara Tepkileri
a. İşitsel uyarılara (Seslere) Tepkileri: Bu dönemde seslere karşı çok değişik tepkiler görülmektedir. Çocukların seslere hiçbir tepki vermemesi bir çok anne-babayı, işitme problemi endişesi ile doktorlara gitmeye yöneltmektedir. Gerçekten de bazen seslere hiç tepki vermedikleri, bazen en ufak seslere aşırı tepki gösterdikleri, bazı seslere de çok duyarlı oldukları gözlenmektedir.
b. Görsel Uyarılara Tepkileri: Bu dönemde görsel uyarıcılara karşı normal dışı tepkiler yaygın olarak görülebilir. İnsan yüzlerine ve çevrelerindeki birçok nesneye bakmamalarına karşın, hareket eden, dönen ya da parlak olan bazı cisimlere uzun süre bakabilirler. Bazı çocukların zaman zaman ışıktan rahatsız oldukları, karanlık odada rahat ettikleri görülebilir. Bazen de ışıkla karşılaştığında kulaklarını, yüksek bir ses duyduğu zaman gözlerini kapama gibi ters tepkiler gözlenebilir.
c. Ayrıca Sıcağa, Soğuğa, Karşı Tepkileri: Bu tepkiler, bazı çocuklarda acıyı, sıcağı ve soğuğu fark etmeme şeklinde ortaya çıkarken, bazıları ise soğuk suyla ellerini yıkarken ağlama, eline bir toplu iğne battığı zaman çığlıklar atma şeklinde görülebilir.
d. Dokunulmaya Karşı Tepkileri: Herhangi bir kimse tarafından dokunulmak, kucağa alınmak istendiği zaman. o kimseyi itmek, ondan kaçmak yaygın olarak gözlenen tepkilerdir.
Otistik çocuklar, çevrelerindeki duyusal uyarılara çok farklı tepkiler vermelerine karşın, yeni bir nesneyi tanımada genellikle koklama, dokunma duyularını kullanırlar. Gördükleri yeni bir nesneye dokunur, parmaklarını üzerinde gezdirir, koklar, zaman zaman da ağızlarına sokar veya yalarlar. Bu bir çeşit dünyayı tanıma yolu olarak kabul edilebilir.
Bu dönemde de beslenme ve uyku problemleri yoğun bir şekilde gözlenmektedir. Beslenme ile ilgili olarak, katı yiyecekleri reddettikleri, bazılarının sürekli püre edilmiş yiyecekler yedikleri, bu yüzden de çiğneme kaslarını kontrol etmekte güçlük çektikleri görülür. Aileler, çocuklarının garip yeme alışkanlıklarının olduğunu, yiyecek seçimi yaptıklarını sıklıkla anlatırlar. Belli bir süre hep aynı yiyeceği isteme, diğer yiyecekleri reddetme, sık sık tercih edilen yiyeceğin değişmesi de gözlenen özelliklerdendir.
5. Konuşma Özellikleri:
Otistik çocukların konuşma özellikleri, dil gelişimleri,yaşıtları olan normal çocuklardan farklı tablo çizmektedir. Konuşmaya başlama çok farklı yaşlarda gerçekleşir; ancak genellikle ilk kelimelerini 5 yaş civarında söylerler (Wing, 1983). Bazı otistik çocukların konuşmaya normal yaşıtlarıyla aynı zamanda başladıkları, ancak daha sonra bildikleri kelimeleri kullanmadıkları gözlenmiştir.
Beş yaş sonrasında, çocuk yeni kelimeler öğrenir, isteklerini kelimelerle ifade etmeye başlar, hatta bir iki kelimelik cümleler kurabilir. Bununla birlikte, konuşmayı bir iletişim aracı olarak kullanmadıkları gözlenmektedir.
Otistik çocukların ilk yaşlardaki konuşma gelişimlerine ait bilgiler genellikle anne-babalardan öğrendiklerimizle sınırlıdır. Anne-babalar, çocuklarının konuşmaya karşı ilgisizliklerini vurgulamışlar, çok çalışmalarına rağmen çocuklarının konuşmak için hiç bir istek göstermediklerini sıklıkla belirtmişlerdir.
– Otistik Çocukların Konuşma Problemleri
a. Konuşulanları Anlamada Güçlük: Bu dönemde birçok anne-baba çocuğun sorulan sorulara tepkisiz kaldığını, hiç söz dinlemediğini belirtirken, bazı anne-babalar ise çocuklarının işine gelen sözcükleri anladığını, işine gelmeyenleri ise anlamadığını anlatmışlardır.
Otistik çocuklarla yapılan çalışmalar, konuşulanları anlama kapasitesinin oldukça sınırlı olduğunu göstermiştir. Anlama, yaşla birlikte artar; kendilerinden istenilenleri anlayabilir, ancak istekleri yerine getiremezler. Tek kelimeleri anlayabilirlerken, kelimeler soyutlaştıkça, cümleler karmaşıklaştıkça anlamaları da güçleşir. Konuşulanları anlama becerisi, oldukça yavaş gelişir. Gelişmenin her çocuğa göre farklı düzeylerde olduğu gözlenir.
b.Ekolali: ocuğun duyduğu kelimeleri cümleleri konuşmacının hemen arkasından veya daha sonra taklit etmesidir. Normalde çocuklar, konuşmaya, duydukları kelimeleri taklit etmekle başlarlar. Ancak bu taklit dönemi, 2,5 yaş civarında sona erer (Wing,1983). Otistik çocuklarda ilk kelimelerini, anlamlarına dikkat etmeden papağan gibi taklit ederek öğrenirler. Bazen kelimeleri, bazen de cümleleri olduğu gibi tekrar ederler. Kelimeleri, taklit ettikleri konuşmacının aksanı ve vurgulamaları ile söylerler. Normal çocuklar bu dönemden sonra, taklit ettikleri kelimeleri uygun yerlerde kullanmaya başladıkları halde, otistik çocuklar bu dönemde oldukça uzun zaman kalır, öğrendikleri kelimeleri gerektiği zaman kullanmazlar.
c. Gramer bozuklukları: Konuşabilen otistik çocuklarda gramer bozuklukları da yaygın olarak görülür. Cümlelerdeki fiil eklerini söylememek yaygındır. Kelime eklerini, zarfları, bağlaçları kullanmama (“okula gidelim” yerine “okula git” ) cümleleri ters kullanma ( “yemekten sonra şeker ver” yerine “ şeker, yemek ver”, “oyuncağı ver” yerine “oyuncağı verme”), bazı nesne isimlerini fonksiyonları ile açıklama ( “kitap” yerine “kitap oku”) gibi gramer yanlışlıkları yaparlar. Bazen bir nesneyi anlatmak için cümleler üretirler. Çocuğun ilerleyen yaş ile birlikte konuşma becerisi de arttıkça, gramer bozukluklarında bazı düzelmeler görülebilir.
d. Zamirlerin Yer Değiştirmesi: Konuşmadaki en belirgin özelliklerden birisi de şahıs zamirlerin yerlerinin değiştirilmesidir. Birinci tekil şahıs “ben” yerine “sen” veya “o” kullanırlar. Özellikle “ben” zamirini kullanma çok az görülür.
e. “Evet – Hayır” Kelimelerini Kullanmada Güçlük : Otistik çocuklar yaşıtları gibi “Hayır” kelimesini “Evet” kelimesinden önce öğrenirler. Otistik çocukların “Evet” kelimesini öğrenmeleri genellikle 8 – 9, bazen de daha ileriki yaşlarda olabilir. “Evet” kelimesini öğrendikten sonra, sorulan soruya bakmaksızın hep aynı cevabı sıklıkla kullanırlar.
f. Zaman Kavramı: Otistik çocuklar, normal çocukların 3 yaşında, karşılıklı sözel iletişimde yaygın olarak kullandıkları zaman kavramını veya diğer soyut kavramları anlamakta güçlük çekerler. “Önce-sonra”, “bugün-yarın” gibi zaman kavramlarını kullanmada karşılaşılan güçlük iletişim bozukluklarına neden olmaktadır.
g. “Neden-çünkü” İlişkisi: Otistik çocuklar olaylara ve nesnelere ait ilişkiyi kurmakta zorlanabilirler.
h. “Neden-sonuç İlişkisi: Otistik çocuklar olaylara ve nesnelere ait neden-sonuç ilişkisini kurmakta zorlanabilirler
i. Telaffuz Güçlükleri: Otistik çocuklar, diğer insanlardan duyduklarını orijinal konuşma gibi doğru telaffuz ve ses tonuyla aynen tekrar edebilirler. Ancak kendi düşüncelerini, isteklerini ifade etmeye çalıştıklarında telaffuzları daha zayıf olabilir. Kelime içindeki harflerin ve cümle içinde kelimelerin yerlerini değiştirebilirler. Benzer sesteki kelimelerin anlamlarını karıştırabilirler (“kaş” yerine “baş” gibi).
j. Ses Kontrolü: Bazı otistik çocuklar seslerinin tonunu kontrol etmekte zorlanabilirler. Fısıldayarak ya da bağırarak konuştukları görülebilir. Burada söz konusu olan kontrol etme yetersizliği değil, sesin nerede ve nasıl kullanılacağının bilinmemesidir.
Otistik özellikteki çocuklar başkalarını taklit ettikleri zaman, son derece açık bir biçimde düzgün bir gramerle konuşan kişinin aksanı ile konuşurlar; ancak kendi ürettikleri konuşmalardan açıkladığımız türden konuşma güçlükleri yaygın olarak görülür. Konuşma becerileri ne kadar gelişmiş olursa olsun, konuşmayı, iletişim aracı olarak kullanmak istemezler, yalnızca zorda kaldıkları zaman, bir isteklerini belirtmek için konuşurlar. Otistik çocukların bir kısmında konuşma hiç gelişmeyebilir. Bu durumda duygu, düşünce, istek ve ihtiyaçların davranışlarla ifade edilmesi söz konusudur. Sözel olmayan iletişim kurmaya yönelik davranışların daha çok istek ve ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik daha çok istek ve ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kullanıldığı gözlenmektedir.
İsteklerini ağlayarak, çığlık atarak belirten birçok otistik özellikteki bebeğin iletişim kurmak için, yürümeyi öğrenir öğrenmez yetişkinin elinden tutarak, çekerek isteklerini belirttiği, bunu yaparken de yetişkinin yüzüne bakmadığı gözlenmektedir. İletişim kurmak istemedikleri zaman ise karşılarındaki kişiyi iterek bu duygularını belirtmekte, sıklıkla yüzlerinin donuk ya da ifadesiz olduğu gözlenmektedir
6- Davranış Problemleri :
“… A. Zamanının büyük bir kısmını ellerini gözlerinin önünde sallayarak geçiriyor. Özellikle yalnız olduğu zaman başını havaya kaldırıyor ve ellerini gözünün önünde sallıyor. Bu hareketi yaparken çevresi ile ilişkisini tamamen kesiyor, beni hiç duymuyor. …”
“… Kızıma yeni bir giysi giydirmek benim için en zor işlerden birisi… Ne zaman üstünü değiştirmek istesem çığlıklar atıyor, ağlamaya tepinmeye başlıyor…”
“…B.”ye yeni bir beceri öğretmek hem benim hem de kocam için olanaksız; yeni bir oyuncakla nasıl oynanacağını gösterdiğim zaman, oyuncağı atıyor, bağırarak ağlıyor ısrar edersem beni tekmeliyor, ısırıyor…’’
Otistik özellikteki çocukların anneleri, çocuklarının davranışlarını açıklarken, bu ve bunlar gibi cümleleri sık sık kullanmaktadırlar. Bütün davranışlar, problem davranışlar veya istenmedik davranışlar olarak adlandırılırlar. Otistik çocuklarda görülen problem davranışlar, çocuğun bebeklik döneminden çıkmasıyla belirginleşir.
Yaşıtlarına göre birçok alanda sınırlı becerileri olan otistik çocukların problem davranışlarının çevreleriyle olan iletişim eksikliği ve yetersizliğine bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir. Çocuğun büyümesi, çevresiyle ilişkilerinin artması ve konuşmanın gelişmesiyle bu problemlerde belirgin bir azalma olacağı kabul edilmektedir.
a. Öfke Nöbetleri ve Bağırmalar: Birçok otistik çocukta, öfke nöbetleri olarak adlandırılan, kendini yere atma, tekmeleme, tepinme, ısırma ve şiddetli ağlama gibi davranışlar sıklıkla görülür. Öfke nöbetleri 2-5 yaşları arasında belirginleşir. Bu dönemde çocukların çoğunda konuşma yoktur veya çok azdır. Çocuk isteklerini kelimelerle ifade edemez, ağlar, bağırır, tepinir. Ağlama ve bağırmalar, çok uzun sürebildiği gibi, aniden de bitebilir.
b. Çevresine Zarar Veren Davranışlar: Bir oyuncakla kendi kendine, bir yetişkin ile ya da arkadaşı ile yaratıcı oyunlar oynamayan çocuk, kendini meşgul edecek başka oyunlar bulmaya çalışır. Bu oyunlar çevreye zarar verme şeklinde olabilir. Evdeki duvar kağıtlarının, koltukların yırtılması, her tarafa su dökme gibi davranışlar, anne-babalar tarafından genellikle “yaramazlık” olarak nitelendirilir.
c. Kendine Zarar Veren Davranışlar: Otistik özellikler gösteren çocuklarda karşılaşılan en belirgin problem davranışlardan bir grubu da, çocuğun kendi kendine zarar verdiği, vücudunda fiziksel hasara yol açtığı türden davranışlardır. Çoğunlukla kızgınlık, endişe, öfke, üzüntü ve başarısız olma gibi durumlarda bu davranışların ortaya çıktığı gözlenmektir. Kendi saçlarını çekme, ellerini ısırma, yüzünü tırmalama, kanatma gibi davranışlar bu gruba girmektedir.
d. Tek Tip Vücut Hareketleri: Neden ortaya çıktığı bilinmeyen, kendiliğinden başlayan ve bazen kendiliğinden sönen davranışlardır. Kendi etrafında dönme, öne arkaya sallanma, parmaklarıyla havada bir takım şekiller çizme gibi davranışlardan çocuğun fiziksel bir zevk aldığı, boş olduğu zamanlarda bu tür davranışlarının daha çok ortaya çıktığı görüşü yaygındır.
7. Duygusal Tepkiler:
Özel korkular, nedensiz gülme ve ağlamalar gibi bazı duygusal tepkiler otistik çocuklarda sıklıkla gözlenen özelliklerdir.
a. Özel Korkular: Elini küvetteki sıcak suya sokarak yaktığı için küvette yıkanmaktan korkan küçük kız, bir ayakkabı ayağını sıktığı için ayakkabı giymeyi reddeden çocuk, özel korkuları olan çocuklara örnektir. Zaman zaman bu korkuların nedenlerini bulmak oldukça güç olabilir. Çevresindekilerle ilişki kurmayan, bu nedenle de çevreden korkusu ile ilgili hiçbir yardım alamayan otistik çocukta bu korkular oldukça uzun sürebilir.
b. Tehlikelerin Farkında Olmama: Otistik çocukların genellikle çevrelerindeki tehlikelerin farkında olmamaları, anne-babaları en çok endişelendiren özelliklerdendir. Çocuğun ince yüksek bir duvar üzerinde korkusuzca yürümesi, yoğun trafik olan caddeye rahatça fırlaması, sıcak sobaya yaklaşması gibi davranışlar örnek olarak verilebilir. Çocuk böyle durumlarda hiç bir tehlike olmadığından emin görünmektedir, ancak yaralanma ve can kaybı ortaya çıkabilir.
c. Nedensiz Gülme ve Ağlamalar: Duruma uygun olmayan duygusal tepkiler nedensiz olarak ortaya çıkabilir. Çocuğun kendisi veya bir başkası cezalandırıldığı zaman gösterdiği gülme, aniden bağırma, ağlama gibi davranışların, bulundukları ortamı ve durumu değerlendirememelerine bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir.
d. Değişikliklere Tepki Gösterme: Eve bir misafirin gelmesi, odanın farklı bir düzene sokulması, sürekli kullandığı çarşafın değiştirilmesi gibi durumlar, otistik özellikteki çocuğun huzursuz olmasına, saatlerce ağlamasına, öfke nöbetleri geçirmesine neden olabilir. Bu konuda çalışan uzmanlar, çocuğun yapılan her değişiklikten dolayı kendisini güvensiz hissettiği, ancak çevresindeki aynılığı koruyarak rahatladığı görüşünü paylaşmaktadırlar.
8. Hayal Gücünün Eksikliği:
a. Oyun Oynama Becerisinin Olmaması: Otistik özellikteki çocuklarda hayal gücünün yetersizliğine bağlı olarak yaratıcı oyun oynama becerisinin bulunmaması yaygın olarak gözlenir. Bir oyuncakla amaca uygun oynamaz, oyuncak bir araba ile oynarken onun gerçek bir arabanın modeli olduğunu, kendilerinin de arabanın şoförü rolünü oynayabileceklerini fark etmezler. Bazen yalnız arabanın tekerlekleri, bazen de çıkardığı ses ile ilgilenirler; dakikalarca arabayı ileri geri sürerler. Bu alanda, genellikle çeşitli nesnelerin elle tutulduğu, oyuncağın gerçek amacına uygun oynanmadığı gibi bebeklik dönemi özellikleri gözlenir.
Konuşmanın olmaması (veya çok az olması) ve olgunlaşmamış sosyal davranışlar nedeniyle diğer çocukların oyunlarına katılmazlar. Gün boyunca aynı plağı dinlemek, hiç bir şey yapmadan oturmak sıklıkla gözlenen davranışlardır.
Resim yapabildikleri, şarkı söyleyebildikleri, çeşitli oyuncaklarla oynama becerileri olduğu halde, çevre ile ilişki kurmak istemedikleri için bu etkinlikleri yapmadıkları düşünülmektedir.
b. Ayrıntılara Dikkat Etme: Çevrelerindeki nesnelerin, kişilerin tamamı yerine, ayrıntılarına küçük parçalarına dikkat ederler. Annenin yalnızca küpesi, oyuncak arabanın yalnızca tekerlekleri çocuğun dikkatini çekebilir. Anneyi ya da oyuncağı, o anda bulundukları çevre içinde tümüyle algılamamalarının, hayal gücünün eksikliği nedeniyle ortaya çıktığı kabul edilmektedir.
9. Özel Beceriler:
Otistik çocukların en şaşırtıcı özellikleri, birçok alanda sınırlı becerileri olmasına karşın, bazı alanlarda sahip oldukları özel becerilerdir. Birçok otistik çocuğun, konuşmadan önce şarkı söylediği görülür; bazıları ise bir enstrümanı iyi çalabilirler. Bazı anne-babalarda, çocuklarında müzik becerisinin yanı sıra çok kuvvetli bir hafızalarının olduğunu belirtmektedirler. Çocuğun yıllarca önce gittiği bir yeri, o yerdeki özel bir eşyayı unutmadığını, çok uzun şiirleri ezberleyebildiğini, televizyondan dinlediği çok uzun bir konuşmayı olduğu gibi tekrar edebildiğini sıklıkla anlatmaktadırlar.
Otistik çocukların bir diğer özel becerisi de sayılar ve sayısal ilişkiler üzerinedir. Bazıları sayıları çok çabuk öğrenirler ve çok güç işlemleri akıldan yapabilirler. Ayrıca gördüğü resimleri çok iyi kopya eden, güzel boyayan, mekanik oyuncakları söküp takabilen, karmaşık bul yapları kolayca tamamlayabilen çocuklara da sıklıkla rastlanmaktadır.
Otistik çocuklarda görülen bu özel becerilerin, konuşma becerisinden bağımsız olduğu, müzik, matematik ve hafıza konularında yoğunlaştığı kabul edilmektedir.
B – OTİSTİK ÇOCUKLARIN EĞİTİMİ
1960’lı yıllardan bu yana, otizmin tedavisi ile ilgili yapılan çalışmalarda en iyi tedavinin eğitim olduğu görüşü benimsenmiştir.
Otistik çocukların eğitiminde genelde “Davranış Değiştirme Modeli”ne dayalı eğitim programları kullanılmaktadır ve bu model sıklıkla operant koşullama ilkelerine dayanmaktadır. Operant koşullama; Skinner’e göre sonuçların sistematik olarak düzenlenmesi yoluyla davranışın olabilirliğini azaltma ya da arttırma işlemi şeklinde tanımlanmaktadır. Operant koşullama tekniklerinin temel alındığı davranışçı modelde ise; aşağıdaki basamaklara önem verilmektedir;
l. Öncelikle çocuğun varolan performansı belirlenir ve hangi alanlarda beceri eksikliğinin olduğu saptanır.
2. Beceri eksiklikleri belirlendikten sonra bu beceriler kendi içinde alt basamaklara ayrılır. Eğitim konusu iki bölümde ele alınmıştır. Birinci bölümde bebeklik dönemine ilişkin olarak anne-babaların alabileceği önlemler üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde ise, bu çocuklara verilmesi gereken temel beceriler ve bu becerilerin kazandırılması, konuşmanın geliştirilmesi ve davranış problemlerine çözümler getirilmesi açıklanmaya çalışılmıştır.Yaşıtlarından farklı özellikler gösteren birçok çocuk için eğitimin amacı;
– Yetersizliklerin üstesinden gelmelerini sağlamak,
– Davranış problemlerini azaltmak,
– Öz bakım becerilerini geliştirmek,
– Akademik beceriler kazandırmak,
– Yaşamdan mümkün olduğu kadar zevk almalarını sağlamak olarak sıralanabilir.
Bu amaçlar doğrultusunda, eğitime mümkün olduğu kadar erken başlanması, çocuğun birçok temel beceriyi bir an önce kazanarak aile ve toplum yaşantısına uyum sağlamasını kolaylaştırması açısından yararlı olacak.
I. BEBEKLİK DÖNEMİ
Bebeklik döneminde karşılaşılan en belirgin özelliklerin, çocuğun içine kapanıklığı, çevresine olan ilgisizliği, insanlarla hiç bir ilişkiye girmemesi gibi sosyal ilişkilerin eksikliği olduğunu vurgulamıştık.
Bebek, annesi etrafında dolaşırken ya da onu beslerken annesine hiç bakmıyor, konuşmalarına karşılık vermiyor olabilir; hatta yalnız kaldığı zaman mutlu görünebilir. Bazen anneler, bebeklerinin yalnız kalmaktan hoşlandıklarını, çevresindekilerin farkında olmadığını düşünerek, çocuklarını rahatsız etmemek için onunla ilişkilerini azaltırlar. Oysa annenin çocuğuna olan ilgisini azaltması, çocuğu daha da yalnızlığa, içe kapanmaya itebilir. Anne, bebeğine bu dönemde yardım edebilmek için, ilişkiyi başlatan ve sürdüren kişi olmalı, bebeğin kendine karşılık vermemesini görmezlikten gelerek daha yakın olmaya çalışmalıdır. Çocuğunu ismi ile çağırıp, kucaklamalı, kucağına almalı, kulağına güzel sözler, şarkılar fısıldamalıdır. Annenin bebekle bu şekilde ilişki kurması, kendi yüzüne bakmasını sağlaması, hem bebeğin hoşuna gidecek hem de ilişkilerin olumlu yönde gelişmesini sağlayacaktır. Annenin bebeği ile olan ilişkisinin artması, daha sonraki yıllar için iyi bir başlangıç olacaktır.
Otistik çocuğu olan anneler, bebeklik dönemine ilişkin beslenme ve uyku problemlerinden sıklıkla söz etmektedirler. Beslenme problemleri, ilk aylarda emme zayıfladığı; daha sonraki aylarda katı yiyeceklere geçmede sıkıntılar, ileri yaşlarda ise çiğneme güçlükleri olarak görülebilir. Katı yiyeceklere daha kolay geçiş için, çocuğun sevdiği sıvı yiyeceklerin arasına az miktarda katı yiyecek karıştırılabilir. Daha sonra yeni yiyeceği kabul etmesine bağlı olarak katı yiyecek arttırılıp, sıvı olan azaltılabilir. Katı yiyeceklere geçtikten sonra, çiğneme problemleriyle karşılaşılması doğaldır. Bu yüzden çiğnemesi gereken yiyecekler çocuğa yavaş yavaş tanıştırılmalı, başlangıçta çok sert yiyeceklerden ve bütün lokmalardan kaçınılmalıdır.
Bazı bebeklerde beslenme problemi yanı sıra görülen ağır uykusuzluk problemleri de anne-babayı çıkmaza sokar. Bebek her gece bağırarak ağlar, uyumaz. Bu tür uyku problemleri için, öncelikle çocuğun rahat ettirilmesi gereklidir. Bazı çocuklar karanlıkta, bazıları aydınlıkta uyumayı severler. Bazı çocukların ise yorganlarına sımsıkı sarıldıkları ve ancak üstleri sıkı sıkı örtüldüğü zaman uyuyabildiği görülmüştür. Çocuğu ayakta sallamakta iyi sonuç verebilir. Zaman zaman, çocuğu yakından tanıyan bir akraba veya arkadaşın onunla kalmasıyla, yorucu bir uğraş içinde olan anne-babanın dinlenmesi sağlanabilir.
II. TEMEL BECERİLERİN ÖĞRETİLMESİ
Anne-babalar, normal özellikteki çocuklarına günlük becerileri ve sosyal ilişkileri kolaylıkla kazandırabilirler; oysa otistik özellikteki çocuklarına aynı becerileri nasıl kazandırabilecekleri konusunda bilgiye, rehberliğe ihtiyaçları vardır. Bu bölümün amacıda, anne-babalara çocukların eğitimleri konusunda rehberlik etmektir.
Normal bebeklerin, bir beceriyi öğrenirken öncelikle annelerinin ses tonunu, baş ve yüz hareketlerini değerlendirerek, yetişkinlerin onayladığı ve onaylamadığı davranışları anlayabilirler. Daha sonraki yaşlarda söylenen kelimeleri anlar, yeni becerileri bu kelimeler yardımıyla öğrenirler Çocukların öğrenmesinde diğer önemli bir yolda, çocuğun yetişkini taklit etmesidir.
Otistik özellikteki çocuklar, öğrenmede bu üç yoldan da ancak sınırlı olarak yararlanabilirler. Ayrıca, yoğun davranış problemleri yeni beceriler kazanmalarını engellemektedir. Bu nedenlerle birçok kişi, otistik çocukların bir takım becerileri öğrenemeyeceklerini düşünür. Oysa, otistik çocuklarda, uygun eğitim ortamı ve çocuğun özellikleri göz önüne alınarak hazırlanan programlar sayesinde birçok beceriyi öğrenebilirler. Eğitime başlarken, anne-babaların, öğretmenlerin göz önünde tutmaları gereken bazı temel noktalar vardır.
Başlangıç olarak, otistik çocukla çalışırken, çocuğun problem davranışları azaltılmaya çalışılmalı, olumlu davranışları ise cesaretlendirilmeli, geliştirilmelidir.
Çocuğa öğretilecek yeni beceriler, bir bütün olarak değil, küçük parçalara, aşamalara bölerek öğretmeli, bu arada mümkün olduğu kadar çocuğun başarısız olmasından kaçınılmalıdır. Bunun en iyi yolu, bir beceriyi, örneğin el yıkama becerisini, “musluğu açmak, elini ıslatmak, sabunu almak” gibi basamaklara ayırarak öğret meye çalışmaktır. Çocuk en son ve en kolay aşamadan başlayarak öğrenecek, başarılı oldukça bir üst basamağa geçecektir. Böylece çocuğun başarısız olması da önlenmiş olacaktır.
Çocuğa her yeni becerinin kazandırılması sırasında, başarılı olmasını sağlamak için yardım edilmelidir. Önce yardım, beceriyi tamamen yaptırmak şeklinde olmalı, daha sonra bu doğrudan yardım yavaş yavaş azaltılmalıdır. El yıkama becerisini öğretirken, anne veya baba, başlangıçta, çocuğun arkasında durup, ellerini çocuğun ellerinin üzerine koyarak yardım eder. Burada yapılan yardım, elleri birlikte yıkamak şeklindedir. Daha sonra yardım, çocuğun bileğinden tutma, kolundan tutma şeklinde azaltılır.
Önemle üzerinde durmamız gereken bir nokta da, çocuğun özelliklerini çok iyi tanımaktır. Onun kendine özgü öğrenme problemleri, yeterlilik ve yetersizliklerini iyi tanımak çalışmalarda başarılı olabilmek için vazgeçilmez bir ön koşuldur.
Çalışmalar süresince, çocuğun öğrenme işlemini çabuklaştırmak, başarısını arttırmak için ödüller kullanılmalıdır. Onun için ödül, doğru yaptığı işin karşılığıdır. Ödüller, sevilen bir yiyecek, hoşa giden bir oyun veya oyuncak, herhangi bir davranış gibi çocuğun hoşlandığı şeyler olabilir. Çocukla çalışırken daima neler, hangi yiyecekler, hangi etkinlikler ödül olarak kullanılabileceği belirlenmelidir. Yeni becerileri öğretmeye çalışırken en büyük yardımcı iyi seçilmiş ödüller olacaktır. Özellikle yiyecek kullanmak (çocuk yemeği seviyorsa ve her hangi bir yeme problemi yoksa) yeni becerilerin öğretilmesinde en çabuk ve en kısa yoldur. Çocuk beceriyi öğrendikçe diğer tür ödüller (kitap okumak, parka gitmek, sarılmak, kucaklamak vb) kullanılabilir. Ancak, çocuğun sevdiği bir yiyecek ödül olarak kullanılıyorsa, onu çok küçük parçalara bölmek ve zaman zaman da farklı yiyecekler kullanmakta unutulmamalıdır.
Otistik özellikteki çocukların normal yaşıtlarından farklı olduğunu ve öğrenme hızlarının onlara kıyasla yavaş kaldığını baştan kabul etmek gerekmektedir. Çocukla çalışırken, aradan uzun zaman geçse bile onun becerilerinde çok az veya hiç ilerleme olmadığı gözlenebilir. Bu hiç bir zaman cesaret kırıcı olmamalıdır. Çünkü hiç öğrenmemiş görünse bile bir süre sonra çocuğun yeni bir beceri kazanmış olduğu fark edilebilir. (Wing, 1981).
Çocukla çalışırken göz önünde tutulması gereken noktaları özetledikten sonra, şimdi çalışmalara nereden ve nasıl başlanacağını düşünelim.
1. Öğrenmeye Hazırlık Becerileri:
Her çocuğun yeni becerileri öğrenmesi için bazı temel becerileri öğrenmesi gerekmektedir. Biz bu temel becerilere “Öğrenmeye Hazırlık Becerileri” diyoruz. Bunlar:
“Göz Kontağı Kurma”
“Oturma”
“Gel”, “Otur”
“Basit emirlere uyma” olarak sıralanabilir. Çocukla çalışmaya başlarken onun bu becerileri kazanıp kazanmadığı kontrol edilmeli, eğer kazanmamışsa bu becerileri kazandırmak ana hedefimiz olmalıdır.
“Göz Kontağı Kurma”, çocuğa her “bana bak”dendiğinde çocuğun yetişkinin gözüne bakma becerisidir. Eğer çocuk hiç göz kontağı kurmuyorsa-bir rastlantı sonucu da olsa-bize baktığı her zaman onu ödüllendirerek işe başlayabiliriz. Daha sonra çocuğun bize bakmasını istediğimiz zaman, çenesini tutarak, yüzünü kendimize çevirerek göz kontağını kurmasını sağlayabiliriz. Çocuk bu beceriyi çevresindeki diğer kişilerle yineleyene ve artık herhangi bir kimseyle kendiliğinden göz kontağı kurmaya başlayana kadar, çalışmalarımıza devam etmemiz gerekmektedir.
“Oturma”, çocuktan oturması istendiği zaman, onun birkaç saniye bile olsa, sandalyede ellerini dizlerinin üstüne koyarak oturma becerisidir. Çocuğa “otur” dediğimiz zaman, hiçbir tepki vermiyorsa, kollarından tutarak onun sandalyeye oturmasını sağlamalı ve sonrada ödüllendirmeliyiz. Kollarından tutma şeklinde yapacağımız yardımı, yavaş yavaş azaltmalıyız. Çocuk belli bir süre masa başında oturmayı öğrendiği zaman, hem yeni beceriler öğrenmesi kolay olacak, hem de masa başında ailece yapılan birçok etkiliği paylaşabilecektir.
Öğrenmeye hazırlık becerilerinin üçüncüsü de, basit emirlere uyma becerisidir. Çocuğa “Gel” emrini verdiğimizde hiçbir tepki göstermiyorsa, ona yardım ederek elinden tutmalı, istediğimiz yere getirerek ödüllendirmeliyiz. Bir süre sonra çağrımıza uyması için elimizle “gel” işareti yapmamız yetecektir.
Çocuğu ismi ile çağırdığımız zaman, bizimle birlikte masa başında oturuyor ve istediğimiz zaman bizimle göz kontağı kuruyorsa, artık yeni birçok beceriyi kazanmak için hazır durumda demektir.
2. Özbakım Becerileri:
“Temel Özbakım Becerileri” başlığı altında topladığımız bu beceriler, bardaktan su içme, el yıkama-kurulama, çatal-kaşık kullanma, giyinme-soyunma, dişlerini fırçalama ve saç tarama gibi günlük yaşamda en gerekli olan becerileri içerir. Ne var ki, normal yaşıtlarının kolaylıkla öğrendikleri bu becerileri kazanmak için otistik çocukların yardıma gereksinimleri olabilir.
Bu becerileri öğretirken, çocuğa onları nasıl yapacağını anlatmamız ya da yaparak göstermemiz yetmeyecektir. En iyi yöntem, becerilerin nasıl yapılacağını hissettirmektir. Çocuğun kollarını, ellerini veya parmaklarını tutarak başarmasını istediğimiz beceriyi yaptırırsak, bir süre sonra, kendisinden ne yapmasını istediğimizi anlayacaktır.
Özbakım becerilerini öğretirken, her bir beceriyi kolaydan zora giden basamaklara, aşamalara ayırarak öğretmemiz gerekmektedir. Her beceri için en iyi yöntem, en kolay olan en son olan aşamayla başlamak, sondan başa doğru ilerlemektir. Ayrıca bu beceriler kendi aralarında kolaydan zora doğru sıralanmalı, en kolayından başlanarak zora doğru öğretilmelidir. Örneğin yemek yemek ile ilgili beceriler,
“Bardaktan su içmek”,
“El yıkamak”,
“Kaşıkla yemek”,
“Çatalla yemek”,
“Bıçak kullanmak” şeklinde sıralarsak, başlangıç olarak
“Bardaktan su içmek” becerisini öğrenmek gerekmektedir.
Ayrıca, özbakım becerilerini tamamen öğrenmiş bile olsa, kazandığı becerileri her zaman kullanması için çocuğu cesaretlendirmeli, desteklemeliyiz.
3. Tuvalet Eğitimi:
Bazı otistik çocuklar, normal yaşantılarıyla aynı zamanda tuvalet eğitimini kazanırlar. Bazıları ise, tuvalet eğitimini uzun süre tamamlayamazlar. Normal çocuklara uygulanan tuvalet eğitimini, biraz daha fazla sabır ve ısrarla, otistik özellik gösteren çocuklara uygulayabiliriz.
Tuvalet eğitiminin tamamlanması çok uzun zaman alabilir; bu cesaretimizi kırmamalıdır. Burada en önemli nokta, çocuk altına kaçırdığı zaman hemen altını değiştirmek, düzenli olarak tuvalete götürmektir. Böylece ıslak durmaya alışması önlenerek, ıslak olduğu zaman rahatsız olması sağlanmaya çalışılmalıdır.
Çocuğu tuvalete götürmek, tuvalete oturtmak, korkuyorsa sarılmak, kucaklamak, ödüllendirmek, tuvalet eğitiminin temel noktalarıdır. Eğer altını kirletmişse izleyeceğimiz yol, hiç tepki göstermeden giysisini değiştirmek olmalıdır.
4. Konuşma Eğitimi:
Otistik çocuklara konuşma, çevresindekileri taklit ederek öğrenen normal çocuklardan biraz daha farklı yöntemlerle öğretilmelidir. Çocuk hiç konuşmuyorsa, başlangıçta taklit etme becerisine d dayalı program hazırlanmalıdır.
Çocuğa taklit edilmesi kolay olan, yardım ederek yaptırabileceğimiz bazı motor hareketlerini (elini kaldırma, el çırpma gibi) taklit etmeyi öğretmek, çalışmanın ilk aşamasıdır. Seçtiğimiz ilk hareketi, çocuk hiç taklit etmiyorsa, elinden tutarak yaptırmamız, yaptığı için onu ödüllendirmemiz gerekmektedir. Hareketi yapmaya başladığı zaman yardımımızı giderek azaltmalıyız. Bu hareketi çocuk hiç yardımsız edebildiği zaman, ikinci harekete geçebiliriz. Elini kaldırmak, el çırpmak gibi hareketleri taklit edebilen bir çocuğun, önce parmaklarını oynatmak, yumruk yapmak gibi hareketleri, daha sonraki aşamalarda da yetişkinlerin ağız hareketlerini ve söyledikleri kelimeleri taklit etmesi beklentimizdir.
Otistik özellikteki çocukların konuşma becerilerini geliştirmek için sesleri, kelimeleri, zaman zaman da cümleleri taklit ettirmek uygun bir yoldur. Bunun için çalışmalarımızı iki grupta toplayabiliriz.
1. Çocuğun kelime hazinesini geliştirmek için öncelikle kelimeleri taklit ettirmeliyiz. Bu kelimeler:
a. Özel isimler (kedi adı, anne-baba adı, yaşadığı şehir vs.)
b. Çevresinde gördüğü nesnelerin isimleri (çatal, kaşık gibi mutfak eşyaları, hayvanların, taşıtların isimleri vs.)
c. Fiiller (uyumak, koşmak, yürümek vs.)
d. Sıfatlar (güzel, çirkin iyi, kötü vs.)
2. Çocuğun konuşmayı bir iletişim aracı olarak kullanabilmesini sağlamak için sorulan soruları anlamak ve cevap verme becerisini geliştirebilmek.
a. “Ne”, “Kim”, “Ne yapıyor” soruları
b. “Nerede” sorusu ve “içinde”, “altında”, üstünde” gibi cevaplar
c. “Niçin”, “Neden” sorusu ve “Çünkü…” ile başlayan cevaplar çalışmalarımızın temelini oluşturabilir.
Ayrıca, çocuğun kelimeleri cümle içinde doğru sıralayarak kullanması da çalışmalarımızın bir başka boyutu olabilir.
C – DAVRANIŞ PROBLEMLERİNİN AZALTILMASI
Otistik çocuklarda görülen öfke nöbetleri bağırma kendine veya çevresine zarar verme gibi davranışları çocuğun,
-çevresine uyumu zorlaştırır;
-yeni beceriler öğrenmesini engeller;
-birlikte yaşadığı kişileri rahatsız etmesine yol açar (Baker, Brightman, Heifetz, Murphy, 1976). Problem davranışları değiştirmek, azaltmak veya ortadan kaldırmak oldukça güç bir iştir. Bu yüzden problem davranışlara daha sistematik olarak yaklaşılmalıdır.
Davranışın türüne bakmaksızın her davranış için geçerli olan bazı tedbirler vardır.
a. Davranış problemleri ile çalışmaya başlarken dikkat edilmesi gereken nokta, davranışın nedenini ve hangi ortamlarda ortaya çıktığının fark edilmesidir. Çocuk hangi zamanlarda öne arkaya sallanıyor? En çok hangi zamanlarda öfke nöbeti geçiriyor? Bir isteği yapılmadığı zaman mı, yoksa hiç kimsenin onunla ilgilenmediği zaman mı ellerini ısırıyor? Öncelikle bu tip bilgileri her problem davranış için bir araya getirmeliyiz.
b. Herhangi bir şekilde ödüllendirdiğimiz davranışın çocuk tarafından yinelendiği, ödüllendirilmeyen davranışın ise azaldığını veya ortadan kalktığını hatırımızdan çıkarmamalıyız. Çocuğun herkese tükürmesi karşısında, ona bağırmamız, hatta onu dövmemiz bile onun için istemediğimiz bir ödül olabilir. Oysa problem davranışı görmezlikten gelmeye çalışmamız, olumlu veya olumsuz hiçbir karşılık vermemiz ve bunu tutarlı bir biçimde sürdürmemiz ile davranış azalacaktır. Kuşkusuz birçok davranışı görmezlikten gelmek oldukça güçtür.
c. Çocukların problem davranışlarının yerini almak üzere, bazı olumlu davranışlar öğretilebilir. Oyun oynamak, televizyon seyretmek, resim yapmak gibi çocuğun hoşlanacağı etkinlikler, başlamış bir davranışı durdurmaz, ancak davranışın ortaya çıkmasını engelleyebilir.
d. Eğer çocuğun davranışı ile ilgili bir önlem alındıysa, davranış ortaya çıkar çıkmaz uygulanmaya başlanılmalıdır.
Problem davranışlar ile ilgili genel önlemlerden sonra, yaygın olarak görülen birkaç davranış problemi için ayrıntılı olarak neler yapabileceğimize bakalım.
-Kendi kendine zarar veren davranışlar
Ellerini ısırma, başını vurma, kendini tırmalama gibi davranışlar, hem çocuğa fiziksel zarar vermekte, hem de anne-babaları şaşkına çevirmekte, endişelendirmektedir. Bu tür davranışlar azaltılması, değiştirilmesi en güç davranışlardır.
Şimdi çocuğun bu tür davranışları karşısında ne tür tepkiler gösterdiğimizi düşünelim. Bazen kızıyor, bağırıyor ve onu durdurmaya çalışıyoruz. Aslında kaçınılması çok zor olan bu tepkiler, zaman zaman çocuğun davranışını sürdürmesinde önemli rol oynamaktadır. Çünkü, davranışı sonucunda çevresindeki herkes ona koşmakta, onu durdurmaya çalışmaktadır. Böylece çocuk, çevrenin tüm ilgisini çekmiş olmaktadır.
Bu tip davranışlar karşısında ilk denememiz gereken yo, davranışı görmezlikten gelmektir. Aslında anne-babalar için çocuğa seyirci kalmak oldukça güçtür; ancak bu yol bazı davranışların azaltılmasında oldukça yararlı olmaktadır.
Çocuğun kendisine zarar verdiği bu davranışların genellikle korku, kızgınlık, endişe, engellenme, yeni bir beceriyi öğrenme ve başarısızlık durumunda ortaya çıktığı gözlenmektedir. Birçok anne-baba davranışın ortaya çıkacağı zamanı hisseder. Bu durumda davranışın ortaya çıkmasını engellemek ve çocuğun içinde bulunduğu ortamı değiştirmek yararlı olabilir.
Çocuğa fiziksel zarar veren bu davranışların azaltılmasında etkili bir yöntemin de ceza olduğu düşünülmektedir. Burada ceza, çocuğun hiç hoşlanmadığı bir davranış olabilir. Burada dikkat etmemiz gereken nokta, çocuk problem davranışı başlatır başlatmaz seçtiğimiz cezayı hemen uygulamaktır. Ayrıca kullandığımız cezanın ne kadar etkili olduğunu gözlemek, etkisiz kalıyorsa değiştirmek yöntemin bir başka temel noktasıdır.
-Kendiliğinden Başlayan Hareketler Oturduğu yerde öne arkaya sallanma, kollarını çırpma, dönme, parmaklarını gözünün önünde hareket ettirme gibi davranışların, çocuğun boş kaldığı zamanlarda ortaya çıktığı gözlenmektedir. Ayrıca, sınırlı sosyal becerileri olan çocuğun yaşıtlarıyla ve yetişkinlerle ilişki kuramamışsa da çocuğu bu tip davranışlara yöneltebilir. Bu davranışı önlemek için anne-babanın yaklaşımı, çocuğa yeni olumlu davranışlar öğretmek olmalıdır. Çocuğu şarkı söylemek, televizyon seyretmek, bir oyuncakla oynatmak gibi etkinliklere yönelttiğimiz zaman istemeyen davranışları azaltacaktır.
Eğer çocuk bu etkinliklerin hiçbirini yapmıyorsa ya da bilmiyorsa, ona her zaman hoşlanabileceği türde etkinlikler öğreterek işe başlayabiliriz.
Burada gözden kaçırılmaması gereken önemli nokta, çocuğun bu tür davranışlarla dikkatimizi çekmesine fırsat vermemek ve farkında olmadan dikkatimizle ödüllendirmemektir. İstediğimiz davranışları gösterdiği zaman onu ödüllendirmeye çalışmalıyız.
-Öfke Nöbetleri ve Bağırmalar Çocuk çığlık atmaya başladığı zaman neler yapıyoruz? Onu durdurmaya uğraşıyor, istediğini hemen yapıyor, bazen de vuruyoruz. Daha önce açıkladığımız gibi bu tür tepkiler davranışın tekrarlanmasını önleyemeyecektir. Eğer istediğini yerine getiriyorsak, bundan sonra istediklerini elde etmek için hep bağıracak, çığlıklar atacaktır. Vuruyorsak, ilk zamanlarda çığlık atmaktan vazgeçecek, ancak zaman geçtikçe vurmamıza alışacaktır.
* Bu makale, hiçbir düzenleme yapılmadan, yazıldığı şekilde alıntılanmıştır. Özel Melekler Evi Rehabilitasyon Merkezi, yazı içeriğinde bulunabilecek rahatsızlık verici kelime ve ifadelerden sorumlu değildir.